Gerek problem gerekse çözüm hakkında bu denli konuşabilmemizi sağlayan şey geçmiş problem ve gelecek çözümün şimdideki sessizliğidir.
Şimdiki zaman, hali hazırdaki mevcut durumu problem ve çözüm diye ikiye ayırır. Zaman oku yönlü olduğundan problem geçmişle, çözüm ise gelecekle ilişkilendirilir. Mevcutta olması gerekenler nicel azlık ve nitel eksiklik olarak tarif edilirken olmaması gerekenler nicel çokluk ve nitel fazlalık olarak tanımlanırlar. Tanımlama olmaması gerekenlere mani, tarif ise olması gerekenlere cami olur.
Sahibiyet ve aidiyet ile teslimiyet üçlüsünü problem çözme konusuna uyarladığımızda, geleceğe sahip olmanın yegane yolunun geçmişe aidiyetle şimdiye teslimiyette yattığını görebiliriz. Ancak bu anlayış bizi problemin parçası olmaktan kurtarıp çözümün unsuru haline getirir.
Üniversitede bir gün, profesör sınıfa girer ve kürsünün altından bir kavanoz çıkarır. Öğrencilerin şaşkın bakışları arasında kavanozu masanın üzerine koyar. Profesör, kavanozu yanında getirdiği kaya parçalarıyla doldurur ve sınıfa dönüp sorar:
– Bu kavanoz dolu mu ?
Öğrenciler:
– Evet, dolu.
Profesör bu kez küçük çakıl taşlarını ve mıcırları kavanozun içine döker. Kavanoz ağzına kadar kaya parçalarıyla ve çakıl taşlarıyla dolmuştur. Profesör bir kez daha sınıfa döner ve sorar:
-Bu sefer doldu mu ?
Öğrenciler, bir kez daha:
– Doldu.
Sınıfına gülerek bakan profesör bu kez ince kumları dikkatlice kavanozun içine boşaltır. Kum taneleri kaya parçalarının ve çakıl taşlarının arasından kayarak aralara dolar. Profesör bir kez daha sınıfa dönerek:
-Bu sefer doldu mu ?
Öğrenciler, bu kez kavanozun gerçekten dolduğunu düşünerek:
– Evet, bu sefer doldu.
Profesör son olarak bir bardak suyu alır ve kavanozun içine boşaltır. Su boşlukların arasından sızarak kavanozdaki boşlukları doldurur.